Kutsal Borç, Sezai Karakoç
Devlet adamı, amacı unutmayan adamdır. Bu amaç, Millet Ruhunda ve Devletin Alınyazısında gizlidir. Devlet adamı, bu ruhu keşfeden ve bu almyazısını okuyan kişidir. Devleti bir “badire”den korumak, şüphesiz onun görevidir. Ama, görevi, bundan ibaret değildir. Badirelerden kurtulan Devletin gelecek zaman açılımım sağlamaktır görev, asıl.
Devlet yönetme, tuluat oyunculuğuna benzemez. Şartları gözleme, ya da diğer bir deyişle, realizm, Millet ve Devlet hayatını, dış etkenlere göre idare etme demek değildir. Denizde giden gemi, rüzgârları ve su akıntılarını hesaba katmak zorundadır, ama, değişmeyen rotayı bu esintiler ve akıntılar çizmez. Geminin amacı değişmez. O bir yere gitmek için yola çıkmıştır. Her şey, o limana varmak için yapılır; bu sebeple, fırtınalarda belki önceden istenmeyen bir limana da sığınılır; ama bu geçici bir uğrayıştır. Önceden tasarlanan hızda zaman zaman düşüşler olabilir; fakat, şartlar normale döndüğü her sefer, asıl hız yeniden kazanılır. Sürekli olarak yeni yeni tedbirler alınır. Ama, geminin gidişi, “tedbir almak”tan ibaret değildir. Geminin gidişi bir amaç taşımaktadır. Bu tedbirler o amaç içindir.
Devlet yönetme, bir senfoniyi icra eden bir orkestra şefliği gibidir. Salon da lâzımdır, dekor da. Işık ve seyirci etkisi de hesaba katılır. Fakat Orkestra Şefi’nin en iyi bilmesi gereken şey, hangi parçanın veya hangi senfoninin icra edileceğini ve nasıl icra edileceğidir. Saksafon, keman, her araç bir görev yapar, bütünü vermek için. Ama, bütün şuuru yoksa, bir orkestra da ortada yok demektir.
Richelieu, Metternich örnekleri bizi aldatmamalıdır. Onlar, programı çok önceden çizilmiş, sağlam, yerine oturmuş devletlerin siyaset ve yönetim virtiyözleri idiler. Hatta Bismarck, Churchill v.b. dahi temellerin atılıp kuruluşların yerine oturduğu devletlerin imkânlarıyla siyasî dehalarını yurtları ve ülkeleri lehine kullanmaya çalıştılar. Osmanh Devletinde de aynı durum daha parlak bir şekilde görülür. Kriz anlarında bile, asıl, temeller değil, temele aykırı oluşumlar üzerinde operasyonlar yapılarak Devletin sürekliliği sağlanmıştır. Köprülüler örneğinde olduğu gibi.
Devlet adamı, amacı unutmayan adamdır. Bu amaç, Millet Ruhunda ve Devletin Alınyazısında gizlidir. Devlet adamı, bu ruhu keşfeden ve bu almyazısını okuyan kişidir. Devleti bir “badire”den korumak, şüphesiz onun görevidir. Ama, görevi, bundan ibaret değildir. Badirelerden kurtulan Devletin gelecek zaman açılımım sağlamaktır görev, asıl.
Birinci planda Millet Amacı’nı görmek, ikinci planda da şartlar çerçevesinde bu Amac’ın gerçekleşimine çalışmak: İşte devlet adamının asıl özelliği.
Bunun için tarihi ve çağı iyi bilmek gereklidir. Ama bu da yetmez. Millet ruhuyla kaynaşmak, devletin alınyazısım kendi alınyazısıyla özdeşleştirmek zorundadır gerçek devlet adamı. “Devlet, Benim” demek, devlet yok, ben varım demekse en kötü bir devlet felsefesiyle karşı karşıyayız demektir. Ama, bu, “ben yokum, Devlet var” demekse, bu görüşle, devlet adamı, Millet ve Devlet hayatında fani olmuşsa, en iyi bir devlet felsefesine kapı açar bu söz.
Burada kasdettiğimiz Millet Ruhu, faşizmin ırk putçuluğu olmadığı gibi, Devletin Almyazısı da, nazizmin, faşizmin ve komünizmin devlete veya topluma kişileri kurban eden bağnazlıkları değil. Devlet, Millet içindir, Millet Medeniyet, Medeniyet de Hakikat içindir. Bu Amaç için devlet adamı kendi hayatını feda edebilir, gömebilir görevine. Yoksa, kısır ve dar ideoloji veya planlar uğruna kitleleri mahvetmek, realizmden büsbütün uzak olarak, hayaller uğruna bir Milleti trajedilerin en kanlılarıyla karşılaştırmak çılgınlık olur.
Statükoculuk, opurtünizm, günün adamlığı gibi özellikleri yermek istiyoruz. Devlet adamının bu gibi geçici kolaylıkların cazibesine kapılmamasım belirtmektir maksat, bu sözlerden. Yoksa, şartları, iç ve dış realiteleri görmemeğe çağrı değil.
Sabırla, bilgiyle, planla, kendi iç dünyasının Millet iç dünyasıyla kaynaşmış birliğini, şartlar çerçevesinde, ihtiyatla gerçekleştirmek: devlet adamına düşen, devlet adamını devlet adamı yapan budur.
Felsefe, kültür, estetik… bütün bunlar gerekli. Ama yetmez devlet adamlığına. Buna ek olarak, bir misyon bilinci gerek. Aldatıcı, cin çarpmışlık değil, nesilden nesle geçen Millet ideasnın gerçekleştirilmesi aşkını taşımak demektir, bu misyon bilinci.
Şüphesiz, herkes Sokrates gibi içinde bir ses duymaz. Vahiy de gelecek değildir devlet adamına. Ama, bir ilham, bilgiyle ve ahlâkla, erdemle ve fedakârlık ve feragatla donanmış bir ilham onu yönetecektir. Fatih, Yavuz, Sultan Abdülhamid böylesine misyonların sahibi idiler. Şartları sebebiyle onları aynı başarı çizgisinde görmek mümkün değildir. Ama, Amac’a bakılırsa, değişen bir şey olmadığı gözden kaçmaz.
Tanzimattan bu yana, Batıcılığı bir misyon gibi benimseyen liderler ve pratik şartlara göre devletçe ayakta durmaktan öte bir gaye taşımayan devlet adamlarımız oldu. İlkler, antimisyonu misyon olarak seçme yanlışının kurbanı idiler. İkinciler de, zaman yitirtmenin şampiyonları…
Şimdi, asıl, üçüncü tip devlet adamının gözükmesini bekliyor, şuuraltında, Millet. O da, hakiki millet ruhundan fışkıran insanlık idealini bir hayat – memat ülküsü gibi benimsemiş devlet adamıdır. Ve onun, realizmi gözden uzak tutmayan yardımcıları.
Diriliş Neslinin erleri, gelişip serpilip bir gün devlet hayatında sorumluluklar yüklendikleri zaman, bu ruhla ilişkilerini kesmemek, bu ülküden kopmamak için adeta insanüstü bir gayret sarfetmek borcundadırlar. Kutsal borcunda.