Uçağımız Atatürk havaalanından 30 Temmuz’da 20:45’de havalandı. Bu 45 dakikalık rötar sanırım havaalanının pistinin artık yetmediğinden kaynaklanıyor. Uçak yolculuğunun en sıkıcı taraflarından birisi de klimaların motor çalışmadan işe yaramıyor olması ve o sıcakta dakikalarca beklemek. Bu uzun yolculuk boyunca saatlerimizi 4 saat geriye aldık. Bu da ilk defa yaşadığım bir fark.

Novosibirsk’te uçaktan indikten sonra gerçekten ayrıntılı bir tarif ile misafir olacağımız eve vardık. Ana çantalarımızı eve bıraktık. Kahvaltı hazırlamış bizi bekleyen ev sahibimiz Anastasia ile İngilizce düşünme konuşma yeteneklerimizin pasını bir sildik. Yolculuğun yorgunluğu da üzerimizde olsa gerek Lenin heykeli arkasındaki parkta bankta 2-5 saat biraz uyukladık, dinlendik. Öğle yemeği için Vunka-Loçka (ВИЛКА-ЛОЖКА)(Çatal-Kaşık) isimli lokantada öğle yemeğimizi yedik. Sibirya’nın ilk tanıştığımız şehri Lonely Planet Rusya kitabının Sibirya bölümünde vurguladığı gibi 1 günlük. Bu kitap 2012 basımı olduğundan bazı güncellenecek bölümler içermekte. Fakat hala kullanışlı. Aslında bütün Sibirya şehirleri 1 günlük vakit ayırılacak cinsten.

Rusya’nın bu 3. Büyük şehri 1,5 milyon nüfusa sahip. Sade ve donuk bir şehir. Derinlemesine tarihi yapılar aramak anlamlı ama çok şey beklememek gerek. Bunun bence iki sebebi olabilir. Birincisi kışların uzun geçmesi ve sosyal yaşamı sınırlayıcı etkisi. İkincisi ise 100 yıllık çok genç bir şehir olması. Öbür taraftan Rusça dışında genelde dil bilmeyen Sibirya insanı genel olarak yabancı iseniz daha yardımsever oluyorlar. Biz iletişim sorunumuzu Google translate offlne rusça çevirisine, Fatih’in pratik rusça kitabına ve beden dilimize başvurarak çözmekteyiz. İnsanlar derdimizi anlayınca genelde yardımcı olmaya istekliler. Bazen kendileri eşlik ediyorlar.

Bir gece kalacağımız bu evde ev sahibimiz bize akşam yemeği hazırladı. Alışverişi birlikte yaptık, yemek sırasında sohbet ettik. Yorgunluk gözlerimizden aktığından bir gece güzel bir uyku çektik. Sabah kahvaltısını da evde yaptıktan sonra yine birlikte evden çıkıp Altay Özerk Cumhuriyetinde Garno-Altay üzerinde Çemal’a gitmek için Avtovokzal’dan biletimizi aldığımızda saat sabahın 10’ydu. Bu şehirde tek başıma yaptığımız ilk işti. Bunu başarıyor olmaktan gurur duyduğumuzu hatırlıyorum. Ob nehir kenarı yakın olduğundan burada geziyor, bisiklet kiralayıp fotoğraf çekiyoruz.

Vakti gelince de Ev sahibimiz ile iş çıkışı buluştuk. Metro ile şehir merkezine gidip en iyi arkadaşı ile buluştuk, şehir merkezindeki bir flashmob olayına katıldık daha sonra da şehrin tarihi binalarının olduğu cadde ve sokaklarda turlarken Rusça ile Türkçe kelimeler arası benzerlikten ve bazı banka isimlerinin Rusça’daki uygunsuz manalarından söz edip lafladık. Eski Sovyet zamanından kalma objelerle dolu bir bara giriyoruz atmosfer daha bir Komünist. Kola’ya benzer tadı olan bir şıra seçip içiyoruz varda. Burada hala çalışan CRT bir siyah-beyaz televizyonu görünce muhabbet dönüyor dolaşıyor tüketim toplumuna, kapitalizme geliyor. Ev sahibmizin arkadaşının aksanı daha bir İngilizce konuşan Rus gibi, kendisi Ukrayna tarafından imiş. Rusların İngilizceyi Rus aksanı ile konuşması güzel ve tatlı bir hava katıyor. Baradakiler Ukrayna’dan bahsediyorlar.

Buradan eve gidip ana çantalarımızı alıyor ve oradan da otobüs terminaline taksi ile gidiyoruz. Uzun bir veda ve teşekkür faslından sonra bir şey daha öğreniyoruz burada bavullar için de bir insan parası alınıyor. Rus’ya da hizmet kalitesi diye bir şey beklememek gerektiğini daha fark edemiyoruz. Halbuki öncesinde de aldıklarımızı koymak için poşet istediğimizde 1 ruble ödememiz gerektiğini söylemişlerdi. Bu da ayrı bir garabet. Yola çıktıktan sonra ceketimi misafir kaldığımız evde unuttuğumu hatırlıyorum. Yazışmalar derken sıkıntı olmayacağını söylüyor Anastasia. Bu da biraz garip. Fakat dediği gibi de oluyor.

Sonraki Yazı : 3- Altay Özerk Türk Cumhuriyeti