Doğu Despotizmi
Montesquieu, Doğu despotizminden söz eder. Düşünmez ki despotizmin âlâsı, perestişkârı olduğu İngiltere’de ve tebaası bulunduğu Fransa’dadır. Ne beyzadelerin dillere destan zulümlerini, ne isim hanesi açık tevkif emirnamelerini hatırlar. Bu şaşkın toprak ağasının hakkımızdaki türrehatı sadece gülünçtür: “Türkler dünyanın en çirkin insanları idi. Karıları da kendileri gibi kaknemdi. Rum dilberlerini görünce akılları başlarından gitti. Başladılar kız kaçırmaya. Zaten ezelden beri hayduttular” v.s. “Türkler eşek olacak öbür dünyada. Yahudileri sırtlarında cehenneme taşıyacaklar. Bütün kavimlerin en cahili… Türkiye’de tebaanın servetine, hayatına, haysiyetine kimse aldırış etmez. Anlaşmazlıklar çabucak karara bağlanır. Şöyle ki: Paşa davacıları dinler, sonra falakaya yatırır herifleri, bir âlâ döver ve böylece dâvayı neticelendirir.” v.s.
Bizi bu kadar tanır Montesquieu. Batı yazarlarında ciddiyet ve dürüstlük aramayacak kadar Batı irfanının âşinâsı olanlar için bu hükümlerin tek orijinal tarafı terbiyesizliktir.
“Kanunların Ruhu” müellifi, ülkesinin I. François’dan beri çok sıkı münasebet halinde bulunduğu Osmanlı Imparatorluğu’nu bu kadar tanırsa, Hint’i, Çin’i, İran’ı ne kadar tanır? Ne garipdir ki bu hayalperest ve hayâsız yazarın Doğu’ya izafe ettiği despotizm birçok Batılı yazar tarafından münakaşasız benimsenir. Wittfogel Sovyetler’e çatmak için Doğu despotizmi bayrağını omuzlar; bizim köksüz ve ufuksuz aydınlarımız da tarihimizi karalamak için Montesquieu‘nün coğrafî kaderciliğine sığınırlar.