İki asır önce basılan bir ikonoloji* kitabında, kadın olarak tasvir edilmiş demokrasi; alnında asma yapraklarından bir taç, sırtında kaba saba giysiler; bir elinde nar, ötekinde yılan.
Her çağ kendi rüyalarını, kendi emellerini söyletmiş kelimeye; her demagog kendi yalanlarını. Uğrunda sel gibi kan akıtılmış.
Nedir bu demokrasi?
- “Katıksız demokrasi ayak takımının despotizmidir”, diyor Voltaire.*
- “Demokrasinin temeli fazilettir”, diyor Montesquieu*…
- De Maistre:* “hırstır”, diyor.
- Demokrasi adaletin temelidir, Vacherot‘ya* göre.
- Proudhon‘a göre, ruhanî ve cismanî bütün iktidarların sona ermesidir.
- Thierry* için, demokratik cumhuriyetlerin sonu ahlâkî bir alçalıştır.
Günümüze gelelim:
Weber’ci* bir sosyologa göre, demokrasiyi diÄŸer siyasî rejimlerden ayıran önfaraziye: hürriyet. Hürriyet, demokrasinin baÅŸlangıcından itibaren mevcuttur; derece kabul etmeyen, kayıtsız ÅŸartsız bir hürriyet. Bu mefhum demokrasinin amacını da belirler: eÅŸitlik. EÅŸitlik gerçekleÅŸemez, gerçekleÅŸirse demokrasi hikmet-i vücudunu kaybeder, yerini anarÅŸiye bırakır. Tarihteki demokrasileri anlamak ve özlerinden ne kadar uzaklaÅŸtıklarım tayin etmek için onları bu saf tiple karşılaÅŸtırmak gerek. (Bkz. J. Freund,* “Le nouvel âge”, Paris Riviere, 1970).
ÇaÄŸdaÅŸ Avrupa’nın demokrasi anlayışı bu, kısaca.
Åžimdi de İslâmiyet’in devlet telakkisine bir gözatalım.
İnsanlar, doğuştan eşittirler: kullukta, fanilikte eşitlik. Ama menfi bir eşitlik bu. Sonra, iman sayesinde yeni bir eşitlik kazanırlar, kardeş olurlar. Rabbin lütuflarından aynı ölçüde faydalanacaklardır: hukukî ve müsbet bir eşitlik.
Kulun bütün haysiyeti: mümin oluşunda. Kul, mümin olunca hukukî bir hüviyet kazanır, dilenciyi halifeye eşit kılan bir hüviyet.
İslâm için hürriyet felsefî değil, hukukî bir mefhum. Temeli: camianın bütün fertleri arasında tam bir hak eşitliği olduğu inancı.
Hükmeden Allah’tır, bu hâkimiyet devredilemez. Allah, her ul-ül emr’i* otorite ile doÄŸrudan doÄŸruya teçhiz eder. Emir (veya Sultan) seçimle gelse de, durum deÄŸiÅŸmez. Allah’ın dışında cismanî bir otorite yoktur. Vardır demek, Allah’a ÅŸerik koÅŸmaktır. Ul-ül-emr, Allah’ın aletidir sadece. İslâmiyet’te her türlü istibdada, ahkâm-ı Kur’aniyye dışındaki her türlü keyfiliÄŸe karşı direnmek için birçok yollar vardır.
Kitap sahibi kavimler, İslâm’ın üstünlüğünü kabul etmek ve ona cizye ödemek ÅŸartıyla hudutlu, fakat teminatı olan bir hakka lâyık görülürler. Bu himaye, ümmetin bir civanmertliÄŸidir. Bir nevi misafirperverlik. Himaye edilenlerin daha az vazifeleri olduÄŸu için, hakları da daha azdır. İbadetlerine devam edebilir, kendi kanunlarını uygulayabilirler. Putperestlerin camiada yeri yoktur. Ama Müslümanlar onları da zaman zaman korumuÅŸlardır. Her kâfir ve putperest İslâmiyet’i kabul eder etmez, misak’a dahil olur. İslâm, cihan-şümul bir dindir, bütün insanlara hitap eder. Kast da tanımaz. Gerçek Müslümanın nazarında sosyal sınıf diye bir ÅŸey olamaz. Servet veya mevki ayırmaz insanları; Müslüman, Müslümana eÅŸittir. Cevdet PaÅŸa’mn söyleyiÅŸiyle:
“Emr-i taayüşçe aÄŸniyâ ile fıkarâmn halleri mütekaarib ve müteşâbihdir. Câmi-i ÅŸerifde ise müsâvât-ı tâmme ve hürriyet’i kâmile vardır…” Fukara ile zengin arasında “bir büyük mesafe görünmez.” Ve Hıristiyan devletlerinde olduÄŸu gibi, tefrika ve husumet de yoktur. “Binaenaleyh, akvâm-ı lslâmiyede commune ve socialiste ve nihiliste gibi fürûk-ı îtizâliyye” bulunmaz.
Emr (teÅŸriî magister)* Kur’an’ındır. Fıkıh* (kazaî magis-ter)* bütün müminlerindir. Müminler Kur’an’ı okur, ezberler ve hareketlerini ona göre ayarlarlar. Bir hükm (icra kuvveti) var, hem mülkî, hem dinî. Hükm yalnız Allah’ındır. Bir aracı tarafından (ul-ül-emr) yürütülür. Ul-ül-emr’in ne kazaî, ne de teÅŸriî kuvveti vardır.
VatandaÅŸlığı yapan kan ve toprak deÄŸil, inanç. Ümmetin Avrupa dillerinde karşılığı yok. Siyasî ve dinî bir baÄŸ. Kuran hem bir ibadet kitabı, hem bir anayasa, muhatabı bütün insanlık. (Bkz. Gardet,* “La Çite Musulmane”, Paris, Vrin, 1970).
Demek ki İslâmiyet’in temel mefhumu: eÅŸitlik. Bu bir amaç deÄŸil, bir hak. Hürriyet, eÅŸitliÄŸin bir baÅŸka adı veya görünüşü. Sınıf kabul etmeyen, imtiyaz tanımayan bir dinde kimin, kime karşı hürriyeti? Batı, hürriyeti, bir hata iÅŸleme hakkı olarak tarif ediyor. Müslümanın böyle bir hakkı yoktur. Çünkü o ebedî hakikatin, yegâne hakikatin, cihanşümul hakikatin emrindedir.
Evet, İslâmiyet birokrasidir.* Batı’nın gerçekleÅŸtirmeÄŸe çalıştığı eÅŸitliÄŸi çoktan fethetmiÅŸtir. Fikir hürriyetini, insanı insana saldırtan bir tecavüz silâhı olarak deÄŸil, bir ikaz, bir irÅŸat vasıtası olarak kabul etmiÅŸtir. Demokrasinin ta kendisidir İslâmiyet. Ama Batı’nmkinden çok baÅŸka bir ruh ikliminde geliÅŸen, çok baÅŸka umdelere dayanan bir demokrasi.
Cemil Meriç. Bu ülke. s.171-173